II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye Etkileri

Türkiye, II. Dünya Savaşı’na doğrudan katılmamış olmasına rağmen, savaşın yarattığı ağır ekonomik koşulları tamamen deneyimledi.

Savaş olasılığına karşılık, ülke gelirinin önemli bir kısmı savunma harcamalarına ayrıldı. Planlanan ekonomik projeler ve sanayi yatırımları geri plana atılmak zorunda kalındı.

Seferberlik nedeniyle tarım ve sanayi sektöründe iş gücünün azalması, üretimde ciddi bir düşüşe yol açtı.

1929 Ekonomik Buhranı sonucu ciddi şekilde daralan ithalat, savaşın ilk yıllarında yarı yarıya azaldı. Müttefik devletlerin Türkiye’nin Almanya ile ticari ilişkilerini kesme yönündeki baskıları, ekonomik gelişmeyi de olumsuz etkiledi.

II. Dünya Savaşı Döneminde Türkiye Ekonomisi

Savaş yıllarında Türkiye’nin uyguladığı ekonomik strateji, büyüme ve kalkınma hedeflerinden çok, mal kıtlığını azaltmak, fiyat artışlarını kontrol etmek, karaborsa ile mücadele etmek ve sosyal adaleti sağlamak üzerine yoğunlaşmıştı.

Zira savaşın başladığı ilk günlerde hemen hemen her türlü mala büyük bir talep olduğu için gereksiz yere çok sayıda mal alınıp stoklanmasına yol açıldı. Bu ürünlerin yüksek kârla satılması, mevcut hükümetleri bazı önlemler almaya zorladı.

Milli Koruma Kanunu İlanı

Fiyatların haksız yere artışını engellemek adına uygulanan tedbirlerden biri de fiyat denetimi ile “narh koyma”ydı.

18 Ocak 1940’ta yürürlüğe giren ve 1942’de değiştirilen “Millî Korunma Kanunu”, alınan tedbirlerin temel dayanağı oldu. Bu yasa, hükümete ekonomik yaşamı düzenlemede geniş yetkiler tanıyordu. Bu kapsamda üretim, dağıtım ve tüketim süreçleri tamamen devlet kontrolüne alındı.

Devlet, gerektiğinde üretimi aksatan işletmelere el koyma yetkisine sahipti. Dış ticaretin düzenlenmesi ve kontrolü gibi müdahaleler de devlete bırakıldı. Ayrıca, hükümet, halkın ve millî savunmanın ihtiyaç duyduğu malların değer fiyatının ödenmesi koşuluyla alım yapma ve ilgili kurumlara kâr gözetmeksizin sağlama yetkisi vardı.

Millî Korunma Kanunu’nun 6. maddesine dayanarak Petrol Ofisi, Et ve Balık Kurumu gibi çeşitli kurumlar kuruldu. 1942’de büyük şehirlerde karne uygulamasına geçildi. Ticaret Ofisi ve Iaşe Müsteşarlığı gibi yeni kurumlar oluşturuldu. Bu kurumlar, temel tüketim mallarının karne ile dağıtımı ve iç-dış ticarette fiyat belirleme gibi görevler üstlendi. Sıkı fiyat denetimleri, birçok malın piyasadan çekilmesine yol açtı.

Her ülkede savaş dönemlerinde görülen karaborsa ve fiyat artışları, şehirlerdeki nüfusu etkiledi. Temmuz 1942’de yeni kurulan hükümet, malların stoklanarak piyasadan çekilmesini engellemek amacıyla fiyat denetimlerini azalttı.

Iaşe Müsteşarlığının kaldırılması ile gıda maddelerindeki fiyat denetimleri de gevşetildi. Bu politika değişikliği arzu edilen sonuçları vermedi. Karaborsa ve haksız kazanç artmaya devam etti. Savaş döneminin en yüksek enflasyonu bu süreçte yaşandı. Türkiye’nin savaşa katılma ihtimalinin artmasıyla birlikte savunma harcamalarına ayrılan pay yetersiz kaldı.

Aşırı kazançlar ve yüksek enflasyon göz önüne alınarak, Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi adında iki olağanüstü vergi uygulaması getirildi. Varlık Vergisi Kanunu, 11 Kasım 1942’de kabul edildi. Yasa, savaş sürecinden faydalanarak haksız kazanç sağlanan işletmelere karşı bir önlem teşkil ediyordu. Ancak, uygulamada varlık vergisi, sermaye sahibi bazı gayrimüslim yurttaşlar için olumsuz sonuçlar doğurdu.

Yurt içinde ve dışında tartışmalara yol açan bu vergi, 15 Mart 1944’te kaldırıldı. Varlık vergisi alınmayan çiftçilerden 1944’te ayni olarak alınan Toprak Mahsulleri Vergisi ise 1946’da sona erdi. Grafiklerde (70. sayfa) de görülebildiği üzere, devletin aldığı önlemlerin sonucunda 1944 ve 1945 yıllarında fiyat artışında gerileme, gayrisafi millî hasıla oranında ise artış gözlemlendi.

Türkiye’deki ekonomik zorluklar sonucunda, 1940 ve 1945 yıllarında nüfus artışında bir düşüş yaşandı. İkinci “Beş Yıllık Sanayi Planı” uygulamaya konulamadı. Savaş sona erdiğinde, Türkiye ekonomisi 1934 yılında ulaştığı gelişim düzeyinin altına geriledi. Bu dönemde, 1942 yılı haricinde, millî gelirde sanayi ve tarımsal üretim sürekli bir düşüş sergiledi.

Yıllık sanayi üretimi 1940-1945 döneminde ortalama %5,6, tarımsal gelir %7,2, millî gelir ise %6,3 azaldı. Devlet sanayisindeki daralma, özel sektörden daha az oldu. Savaşın uzun vadeli etkileri en çok sermaye birikiminde yaşanan gerileme ile kendini gösterdi. Millî kaynakların büyük ölçüde savunmaya ayrılması ve yatırımların yapılamaması bu durumu etkiledi. Bu dönemde, savaş koşullarına rağmen, devlet harcamalarının bir kısmı eğitim ve kültüre ayrıldı.

Örneğin, 1939-1945 yılları arasında eğitime tahsis edilen yatırımlar, Cumhuriyetin ilanından savaşın patlak verdiği yıla kadar yapılan toplam yatırım miktarından daha fazla oldu. Bir yandan ilkokul inşaatlarına hız verilirken, diğer yandan 1940’ta çıkarılan bir yasa ile köylülerin yerel düzeyde pratik bilgilerle eğitilmelerini amaçlayan Köy Enstitüleri kuruldu. Böylece mesleki ve teknik okul sayısı savaş boyunca üç katına, bu okullardaki öğrenci sayısı ise dört katından fazlasına ulaştı.

Basın yayın organlarının yanı sıra okur-yazar oranının artışı, dünyadaki siyasi, edebi ve sanatsal gelişmelerin yakından izlenmesini sağladı. II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri Türk edebiyatına da yansıdı. Türk yazar ve şairleri, sosyal gerçekçilik akımının etkisi altında, ülkenin yaşadığı sosyal değişim ve gelişmeleri eserlerinde yoğun bir şekilde işlediler. Şiirde serbest nazım anlayışını savunan Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday’ın liderliğinde “Garip Akımı” bu dönemde ortaya çıktı. Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Behçet Necatigil ve Sait Faik Abasıyanık bu dönemin önemli şair ve yazarları olarak öne çıkmaktadır.

Savaş yıllarında insanların siyasi gelişmelere duyduğu ilgi nedeniyle radyo popülerleşti. Ankara Radyosunun yanı sıra, İstanbul Radyosu 1943’te sürekli yayın yapmaya başladı. Bu dönemde halk müziği derleme çalışmalarıyla birlikte “Yurttan Sesler” programları dinleyicilere sunuldu. Münir Nurettin, Hafız Burhan gibi pek çok Türk sanat müziği sanatçısı, plaklarında türkülere yer verdiler. 1940 yılında İstanbul Konservatuarı’nın “kuramsal bir eğitim vermek” amacıyla açılması da Türk müziği açısından önemli bir adım oldu. Sanat müziğiyle ilgilenenler, geniş kitlelere ulaşmak için halk müziği melodilerinden faydalandılar.

Sadettin Kaynak gibi bazı besteciler ise halk türküleri tarzında şarkılar bestelediler. Dönemin önde gelen sanatçıları arasında yer alan Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses ve Perihan Altındağ Sözeri, radyo programları ve taş plaklarla kendilerini halka tanıttılar.

Kaynak: II.Dünya Savaşı: YIL:1939 – Yazar: İbrahim Sarı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir